21 Kasım 2010 Pazar

Anket


Avustralya'ya mı gitsem acaba?
hadi bana Avustralya hakkında ne biliyorsanız/düşünüyorsanız söyleyin karar vereyim :)
teşekkür ederim şimdiden.

Yorum ve oylarınızı bekliyorum

6 Kasım 2010 Cumartesi

Kahve aşeriyorum!


Çok büyük haksızlık bu bna yapılan! Son dönemde en çok sevdiğim şeylerden biriydi kahvem! Onu elimden aldılar. Midemin hassasiyeti nedeniyle sayın doktor bana kahve yasakladı. Ama soruyorum size ben bir sınav dönemini kahvesiz nasıl atlatabilirim? Şimdi umursamadan içeyim diyorum ama sonra midem rahatsız ediyo öyle de mutlu olamıyorum. Özellikle mide hastalıklarını bilip başına gelebilecekleri hayal edebilmek beni içmekten alıkoyuyor ama çok zamanım kalmadı. Gerçekten sınavlar kapıya dayandığında tüm yasaklar bozulmak içindir deyip içeceğim kahvemi... O gün gelene kadar her an kahve hayal etmeye devam edeceğim!
Bana şans dile okuyucu sıkıntıdayım...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Ben ve bebekler


Bugün Çocuk Polikliniğine başladım. Tüm günüm bebeklere "ayy bak burada ne varmıııış?" demekle geçti. Hiç seveceğimi düşünmediğim bir alana ilgi duymaya başlamam beni şaşırtıyor ama bu çocuklar çok eğlenceli cidden. Zırıl zırıl ağlıyolar ama yine de çok daha şirinler. Hasta olsalar bile şirinler :D
Bir tanesinin döküntüsü varmış efendim. Yanakları kıpkırmızı geldi. Isırcaktım zor tuttum kendimi :)
Bu bebişler onlara hiç bişi yapmasanız bile sadece üstünü çıkartmanızla ciyak ciyak ve de içinizi acıtacak şekilde ağlamaya başlıyorlar. Sonra annesinin babasının kucağına gidince bir koalanın okaliptüse sarılması gibi onlara sarılıp susuyorlar. Çok romantik bir durum aslında görmeden de anlayamazsınız zaten...
Bir de anne babaların çocuğa kıyamaması var. Veletler o kadar acıklı ağlıyorlar ki kimse dayanamıyor ağlamalarına. Bazen düşünüyorum acaba biz dokununca bunların canı mı acıyo diye.
Neyse bu staj yeri de bu ayar devam edecek görünüyor.
Bu çocuklar bebekler falan beni düşündürdü bugün. Bir doktorumuz vardı bizim "Adem amca". Allah rahmet eylesin vefat etmiş o 5 yıl kadar önce. Çok severdim onu ben ama çaktırmazdım çünkü bana iğne yapardı (evet şimdi ben o çocukları durdurmaya çalışan kişiyim). Daha sonra hayatım o zamanlardan bu zamanlara doğru gözümün önünden geçti hatta oturdum eski mesajları falan okudum biraz. Çok eğlendim. Ne kadar komik bir insanım ben. Bunu anca şimdi fark ettim her halde o zamanlarda çok dramatik olduğumu falan düşünüyordum da hem ben hem de çevremdekiler süper komikmiş. Geç de olsa böyle geriye bakıp gülünce iyi geliyor =)

İşte bu kadar okurum. Beni bebekler böle nostaljik bir ruh haline soktu.
Sık sık yazmaya çalışıyorum sana ama anca bu kadar oluyo.
şans dile!

27 Ekim 2010 Çarşamba

canım blog son yazımdan sonra o kadar çok şey oldu ki... hep aklımdaydın ama bir türlü yazamadım.
şimdi ben konuları yazayım sonra anlatayım en azından başlıkları bil.
1- Mini bir Avrupa turuna çıktım. Belçika- Stockholm- Paris gezdim :D
2- Stajım bebek odasına çıktı ve artık yenidoğan yorun bakımda çalışmak istiyorum.
3- Çocuk esirgeme kurumundan gelen Recep beni benden aldı...
şimdi bu konular hakkında kısa kısa notlar;
1- Ablamın yeni masterıyla beraber evi falan da değişti. bende hem onun depresyon derecesini azaltmak için hem de gezip görmek için tuttum Belçika'ya gittim. orda kaldığım 15 günün 6gününde zaten Belçika sınırlrında bile değildim. sınırlarında olduğumda da hep Brükselde değildim.
-Şeker bayramını Leuvenda ablamın hamarat arkadaşlaşının evinde kutladık hem de Basketbol maçını izledik çok türk bir ortamdı ama çok eğlendim.
-bir kez brugge'a gidip kaybolduk sonra illegal bi şekilde gent'e gittik dönüşte şansımız yağver gitti de 40euro ödemek zorunda kalmadık.
-Delirium'a gidemedim hala içimde bir ukte bakalım ne zaman gidip bir mongozo içeceğim...
-Brüksel'in Nişantasında Louis Vuitton'a gittim efendim hiç utanmadan :D Bütün hanımefendiliğimi koruduğum mağaza gezim süresinde ağzımın suyu akmasın diye kendimi zor tuttum.
-evimin kızı ablamın bakıcısı oldum.
-20 yaşıma girdim.
sonra tuttuk biz stockholm'e gittik.
-söz verdiğim üzre ikinci kez gitmeyi başardım.
-Rynair'a hayran kaldım
-Stockholm'ü bu sefer daha kapsamlı dolaştım hatta bando trampet takımı bile gördüm.
-İskandinavya.'nın müthiş kahvesinin tadını bir daha almanın mutluluğuyla dolup taştım. Çok özledim yine o tadı.
-ironik bir şekilde hasta oldum orda soğuktan...
sonra da tuttuk Paris'e gittik.
-anam o ne güzel şehirmiş de ben burun kıvırmışım...
-Eiffel kulesi dandik.
-UUUU şanz elizeeee cidden güzel ama öyle hasta ve yorgun turistler olarak orada pek bir ağırlığın olmuyor. yine de hugo boss'un mağazasında lütfedip de kapıya dokunmadım benim için açtılar :D
-Renault'nun mağazasına gittim eski arabaları gördüm.
-Bir sürü kez starbucks'a gittik ne alakaysa :D
-dandik kurabiyelerce kazıkladık :D
-Ablam siyah kediye sardı.
-bir sürü kruvasan yidim mutlu oldum ama çok tereyağlıydı.
-Tuttuk Brüksel otobüsünü kaçırdık biletimiz yandı moralimiz bozuldu dışarda kaldık telef olduk.
Özetle avrupada bunlar oldu.
2- Bu dönem çocuk stajı var diye çok mutsuzdum. Bebek odasında sevdiğim arkadaşlarla beraber olunca sevindim amma velakin bunu kötünün iyisi olarak yorumladım. Ayrıca gitmeden önce daha önce orda staj yapanlardan duyduğumuza göre sorumlu hemşire korkunç bir kadındı korkulası kaçılası bir insandı o kadar tersti ki herkes ağlıyordu. başa gelen çekilir diyip gittik biz ilk gün. bir hemşire var hafif gıcık bir de nöbeti bitmiş hemşire var çok şeker. bir de duyduk ki sorumlu hemşire yenidoğan yoğun bakımdaymış(YYBÜ) birimizi oraya çağırıormuş. zaten bebek odasında bebek olmadığından aramızdan bir gönüllü seçip yolladık. öğlen aldığımız bilgilere göre kadın hiç de kötü diilmiş bir bebek varmış ufacıkmış. İyi dedim madem öyle yarın sabah ben giderim. bir gittim gayet şeker bir kadın karşımda bebek doktoruyla konuşuor. işte bize soru sorun öyle uzaktan bakmayına gelen şeyler söylediler bana doktorla sorumlu hemşire bende peki zaten bende öğrenmeye geldim dedim. anam o bebeği bir görseniz. Ufacıııııık!!!! daha 1500gr yoktu herhalde ilk gittiğimde. yavrum 26eylül doğumlu dün 1 aylık oldu prematüre bir bebek. her neyse ben sordukça cevap veriyorlar falan dedim korkulcak bir şey yok demekki. o zamanlar bizim bebek çok küçük olduğundan öncemli bir sürü ilacı vardı ve bir öğününde 1'er 2'şer cc anne sütü alabiliyordu anca. ben bu bebeğe bakan hemşirelerin bilgisini taktir etmeye başladım. işin önemini kaptm falan böyle hafif bir meylettim YYBÜ'ne. sonraki girişimde bir melek hemşireye rast geldim. Onunla böyle uzun uzun konuştuk hemşirelik hakkında falan. Ona ameliyathane hemşiresi olmak istediğimi ama yoğun bakımı da sevdiğimi söyledim. o da bana ameliyatların da bir süre sonra monotonlaştığını ama bebeklerin ne yapacakları belli olmadığından hiç monoton olmadığını ve tvsiye ettiğini söyledi. işte o günden beri petrol yeşilli saçlarının delisi olduğum hemşireyle meslektaş olmak istiorm.
3- Yönetim stajı başka bir katta. Gittim yerime sorumlu hemşire 4 numaralı odayı sık sık kontrol et bakıcısı var ama sen yine de git bak dedi. Meğer Recep'im Esirgeme kurumndan gelmiş Pnömonisi yani zatürresi varmış... bu kadar güzel çocuk az görülür... kız tipli zaten 5 aylık ufacık sevimli mi sevimli Recebime aşık oldum 2 hafta önce... hala onu sayıklıyorum... madem bakmayacaksın niye doğurursun ey kadın. o çocuğa yazık değil mi? keşke durumum olsaydı da recebi ben alsaydım...

bu kadar yeter sana bir süre :D benden haber bekle!

18 Ağustos 2010 Çarşamba

blog nostaljisi


canım cicim blogum!
neler neler yazmışım ben sana öyle :D
demin okudum da bayağı eğlendim. şimdi fark ettim neden hala yazdığımı. bu baya baya günlük oldu benim için ve geçmiş hakkında okuyunca eğleniyorum.
tek bir fark var ama o da eskiden yorum falan yapan varmış artık yok kimse :D ama o da bir şey insanlar günlüklerini köşe bucak saklıyor bulunmasın diye ben ulu orta yazıyorum kimse bakmıyor. şu dedektif filmlerinde söylenenler mi doğru(saklanacaksan kalabalıkta saklan) yoksa ben, benim hayatım ve de yazıklarım mı sıkıcı anlamadm ama yine de devam edeceğim bu işe. bu arada söz verip de yazamadıklarım için özür dilerim canım ama belki bir gün finlandiya'da yazdığım günlüğü buraya aktarırım kim bilir ;)) öpüyorum seni blogum iyi ki varsın =))

13 Ağustos 2010 Cuma

teknolojik çöplük


Bugün de aklıma evdeki teknolojik aletler takıldı. Bizim evden şimdiye kadar gelmiş geçmiş 8 tane bilgisayar/laptop geçti(4 tanesi kullanımda). Tabii sayı oldukça fazla çünkü ben daha 20 yaşındayım ablamda benden 4 yaş büyük sadece. yine de oldu bu kadar bilgisayar. Ayrıca evden toplamda 4 tane mp3 player (2si kullanımda) geçti. müzik aletlerini ele alırsan bir walkman bir de CD playerı da unutmamak lazım. Gel gelelim telefonlara; yanlış saymadıysam evden 12 telefon gelmiş geçmiş (5 tanesi kullanımda).
bu gerçekten çöplük değil de nedir?
Ama bu teknolojiden bahsetmişken değinmek istediğim iki tane alet var. ilki benim emektar masaüstü bilgisayarım. kendisini yıllarca severek kullandık ve neden değiştirdiğimizi bilmiyorum ama onun çok şeker bir özelliği vardı. Bilgisayar kapalıykan "SPACE" tuşuna basınca açılırdı :) bunu söylediğimde kimse inanmazdı ama merak edenlere de denettim.Yüzlerdeki ifadeyi görmek çok eğlenceliydi doğrusu.
Diğeri ise benim Taksimde otobüs sırasında beklerken çaldırdığım mp3'üm. O mp3 o dönemin en iyilerindendi ve çok severdim kendisini. İçinde 700 küsür şarkı vardı (her çeşit müzik). Karışık çalardı şarkıları ve ben içimden bir şarkı geçirdiğimde en fazla 3 şarkı sonra aklımdan geçen şarkı başlardı. Bazen de bir olay olurdu ve mp3'üm duruma en uygun şarkıyla bana eşlik ederdi :') keşke çalmasalardı onu...
Neyse aklıma geldi yazayım dedim blogum. Simdilik Ciao

12 Ağustos 2010 Perşembe

şarkılarım

Hey corç versene borç- Hakan peker

Şıkıdım- Tarkan

Kıl oldum abi- Tarkan

Onun arabası var –mustafa sandal

Karabiberim- serdar ortaç

Pencereyi aç- kerim tekin

Yaparım bilirsin- Kenan doğulu

My heart will go on- celine dion

I will always love you- whitney houston

Big big girl- emilia

12 dev adam- atena

Samanyolu- berkant

Arar buluruz izini- Tarkan

Pazara kadar değil mezara kadar- Mustafa sandal

Kuzu kuzu- Tarkan

Onyedi- Teoman

kendime yeni bir ben lazım- Sertap erener

Med cezir- ceza

Karikatür komediya-sagopa

Nedense- sagopa

Cambaz- mor ve ötesi

İz bırakanlar unutulmaz- manga

Ah- Duman

Her şeyi yak- duman

Üç- gripin

Karışmasın kimseler- gripin

Bring me to life- evanescence

Gönül- leman sam

Numb-linkin par

Hasret- Direct

Meds- placebo

Where is my mind- placebo

Black parade- MCR

I write sins not tragedies – Panic at the disco

Through her eyes- Dream theater

Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar- Şebnem ferah

Wicked game- HIM

Girlfriend – avril lavigne

Vermilion pt.2- Slipknot

Dön bana- cem özkan

Cry for the moon- epica

Dont cry- guns n roses

Pain- three days grace

I hate everything about you- three days grace

I don’t care- Three days grace

Angels- within temptation

Sexyback- justin

Babam oğlum- şebnem ferah

Whatever you like- Nicole scherzinger

Beatiful lie- beyonce shakira

Lips of an angel- hinder

One last goodbye- anathema

Snuff- slipknot

Turn the page- metallica

Yalan dostum aşk diye bir şey yok- kurban

Harder, better, faster, stronger- daft punk

Shut up and drive- Rihanna

I kissed a girl- katty perry

Call me irresponsible- Michael buble

Uçurum- Murat boz

I got a feeling- Black eyed peas

Hotel room- pitbull

Boom boom- pussycat dolls

Tik tok- kesha

Here comes the rain- hypnogaja

Land of ice and snow- Stratovarius

Wonderwall- oasis

Dont stop- rhcp

Alejandro- lady gaga

Morning after dark- Timbaland

Waka waka- shakira


bugün radyoyu açtığımda çalan şarkı bana çook eski zamanları hatırlattı (şarkı bu listede yok) ben de düşünmeye başladım hayatımda böyle bana bir şeyler hatırlatacak başka hangi şarkılar var diye. bir liste yapıp onları kısmen bir sıraya soktum ve bu şarkılar çıktı. bu şarkıların hepsi hakkında anlatabileceğim en az bir hikaye vardır. bazısı iyi bazısı kötü ama ben bu şarkıları seviyorum ya :) bu yüzden buraya yazıp onları unutulmaz yapmaya karar verdim.

unuttuğum ve atladığım şarkılar beni affetsin.

görüşürüz blog, görüşürüz okuyucu.

8 Ağustos 2010 Pazar

bu geceden çıkan sonuç;



bilimle ilgili insanların konuşmalarını sadece kitaplarda/dizilerde değil günlük yaşamda da seviyorum. bütün gece oturup ilaçlar, virüsler, tedavi yöntemleri, doktorlar, hemşireler, laborantlar ve buna benzer bir sürü meslek ya da bilimsel konu hakkında konuşabilirim. sanırım çevremi bu yöne doğru genişletmeliyim.
iyi geceler blog. iyi geceler okuyucu.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Hayır ben karamsar, kötümser ya da mutsuz olmak için elinden geleni yapan insanlardan değilim. Bu özelliklerden azar azar barındırıyorum evet ama yine de hayatım bu şekilde yürümüyor. Bunu niye söylüyorum? Çünkü sıcak! hem de çok sıcak! Deli gibi beklediğim yaz tatili tahmin edileceği üzere beklediğim gibi geçmiyor. Tam bir inziva halindeyim. Bodrumdayım diyince herkes çok büyütüyor aslında buranın çekici pek de bişeyi yok. Sadece arkadaşlarla çok hoş oluyor onlarda zaten burda değiller burda da arkadaş yok. Diyeceğim o ki İstanbul'da olmayı dilerdim şimdi ama değilim ve burda huşu içinde bir hayat sürüyorum. Ama Finlandiya'daki gözlemlerim gibi bi gözlemlerimi yaz sonunda Bodrum için yapmayı planlıyorum bakalım neler çıkacak.
Öyle işte blogum uzun zaman olmuştu -bi de sıkıldığımdan heralde- yazayım dedim. Hadi okuyucu kendine iyi bak aman güneşten korunmayı unutma!!

27 Mayıs 2010 Perşembe

bana mutsuzluğun resmini çizebilir misin?

-sınav tarihleri çok kötü olmuş.
-vizelerle finaller arasındaki derslerin yarısından fazlasına girmediğim için hiç bişey bilmiyorum.
-ödev notum vize notumu düşürebilir.
-midem ağrıyor.
-dişim ağrıor.
-bileğim acıyor bazen.
-çok sıkıldım.
-hala yazmam gereken 2 rapor var.
-çalışamıyorum.
-uzun zamandır gerçekten güzel bişey olmadı.

çok mutsuzum blog.

6 Mayıs 2010 Perşembe

hastane anıları {Ameliyathane}



Sevgili blog,
Hastanelerin en sevdiğim ve merak ettiğim bölümüne ilk defa girişim 4 hafta öncesine rastlar. Vizelerden önceki hafta yoğun bakımda stajım vardı ve o apayrı dünyayı görünce tekrar aşık oldum. Ne hasta yakını dırdırı hatta ne de hastanın dırdırı var. yoğun bakımdaki hasta konuşmaya başladığında ya tekrar uyutuyorlar ya da servis katlarından birine yolluyorlar. Ayrıca hemşirelerin de o bölümde daha bilgili ve de ilgili olması beni benden aldı. her neyse yoğun bakımdan ziyade ben daha çok ameliyatlarla ilgiliyim. çok da hevesliydim ameliyathane stajım için ama tam hastanenin denetim zamanına geldiği için herkes bir telaşlı bir de millet evrak falan düzenliyor şu ara ortalık çok gerilmiş. Ama bize en başından dediler o bölümde kimsenin bir dakkası diğerine uymaz siz dinlemeyin kulağınızı tıkayın diye. Ve en sonunda bu gün neden bahsettiklerini anladım. Bu hafta 2 gün ameliyathane stajım vardı. Olağandışı bir heyecanla ve hevesle girdim ameliyat bölümüne sorumlu hemşireyi aradım başkasını buldm ama en sonunda 4 numaralı odada bypass a gireceğimi söylediler. Ben hemşirelik öğrencisi olduğum için hemşirelerin ne yaptığına ayrıca dikkat etmem gerekirdi gerçi ama doktorların o kalple neler yapacağı ayrıca meraklandırmıştı. ne yaptığını anlatan bir doktora denk düşmeyi umdum ama 4 nolu odadakiler daha çok kendi aralarında dedikodu yaptılar hiç bişi anlatmdılar ameliyat hakkında. her neyse ben bunlara bunun için kızdım çünkü dün girebileceğim başka ameliyat yoktu ama yine de hemşireye yardım ettiğim için çok da kafama takmadım çünkü bizim sınıftakiler ameliyathanede hiç bir şey yapmıyorlardı.



Bugün çok daha artmış bir beklentiyle gittim staja (ameliyathane bölümündeki son staj günüm olması da etkiledi heralde) ve zar zor beni ve bir arkadaşımı bir ameliyathaneye soktular. içerde 1 acemi kardiyolog, 1 daha kıdemli ama çok yeterli olmayan kardiyolog, 1 sonradan gelen uzman kardiyolog, 1 arada gelip giden anestezi doktoru, 1 anestezi teknisyeni, 1 perfüzyonist, 2 hemşire (biri steril biri değil), 2 de öğrenci olduğumuz için zaten sinir bozucu bir ortam kendiliğinden oluştu ama bu durumu pekiştiren hemşirelerin gıcık, doktorun da (şu orta dereceli olanın) gününde olmamasıydı. O sinir doktor 4 hafta önce orda bulunanlara tüm bypass ı anlatan doktordu ama bizim canımıza okudu. Aslında o pis adamın adını soyadını yazasım var kesin o salak adını googleda arıyordur da sonra bizim hocalara falan çemkirirler diye yazmicam. ama bugün o gördüğüm mutlu ameliyathane dünyasının aslında o kadar mutlu olmadığını çoooook daha iyi idrak ettim. olan benim zaten sadece 2 gün olan ameliyat stajıma oldu...

şans dile bana blog bu ne böyle ya!

17 Nisan 2010 Cumartesi

bugün bana her şey geçmişi hatırlatıyor. sanırım benim mutlu olmam için geçmişte olan her şeye karşı umursamaz, nötr, boşvermiş, hissiz olmam lazım.
sen de böyle hissediyor musun arada?

4 Nisan 2010 Pazar

Bir de anladım ki benim kalbim kırılmış. Ama ne zaman, nerde, nasıl ve neden kırıldığını bilmiyorum.
Unutmak istiyorum! o kadar saçma sapan bi hafızam var ki saçma sapan zamanlarda alakasız şeyleri hatırlıyorum. ille mutsuzluk nedeni değiller gerçi ama geçmiş zamanlarda yaptığım salaklıkları hatırlamak o kadar da hoş bişey değil. nedense çoğu konud kendime gülüp geçecek toleransım yok. gerçi bu beni daha iyi mi yapıyor? hayır tabii ki ne alakası var =) neyse sustum
şans dile bana!

3 Nisan 2010 Cumartesi

selam blog!
çok sıkıldım ben çooook!!! aslında yalnız diilim ama o kadar yalnız hissediyorum ki artık mutlu olamıyorum. aslında artık buraya da yazmak istemiyorum çünkü okuma ihtimali olan kişilerin bi kısmının bunları bilmesine hiç ama hiç gerek yok ama bu blogu ilk açtığım da düzenli yazmaya söz vermiştim kendi kendime (son zamanlarda zaten kendime verdiğim sözleri tutmuyorum)ve şimdi okuyucularımdan tırsar oldum :D komik ya!
bu bloga yazmak için bir sürü not alıyorum aslında. yazmak istediğim sürüyle şey var ama yazmaya başladığımda aslında bunları yazmak istemediğimi fark ediyorum.
Aslına bakarsan blogum artık internet üzerinden yapılan neredeyse her şeye karşıyım. bir dostum var 2 yıl kadar önce bana internetin anlamsızlığından ve iletişimin sınırlılığından bahsetmişti nedense o zaman bunu anlamamıştım. Ama artık çok iyi anlıyorum bu yüzden kimseyle konuşmuorum net üzerinden. Dolayısıyla herkesi özlüyorum. Özlediğimi yazmak özlemimi minimalize ediyormuş gibi hissediyorum bu da benim "nedenim" oluyor suskunluğuma.
Her neyse ben kendi yalnızlığıma döneyim kendim hakkında bu kadar bilgi zaten beni tanıyanlar için yeterli olur. İyi günler okuyucu.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Geçen gün fark ettim ki,

Biri veya bir şey kalmayacağına söz verirse onu daha çok severmişsin.

8 Ocak 2010 Cuma

Erasmus sonrası Finaller öncesi


Cici blogum uzun ara verdiğimi biliyorum ama döndüm artık şu dönemi atlatayım eskisinden de çok yazmayı planlıyorum. Ayrıca okuyucular için söyleyim Finlandiya ve Erasmus hakkında yazmak niyetinde değilim. Bu yüzden takip eden varsa özürlerimi sunuyorum. Bu Finlandiya günlüğü tarzı bi nevi bi adet olmuş gibi geldi hoşuma gitmedi nedeni de budur.
Herneyse canım ne diyordum? He! Evet bu dönem… canıma okuyorlar erasmusa gittim diye. Geleli 3 hafta oldu henüz taksime gitmedim. Bunun ne demek olduğunu herkes bilir. Haftaya finaller başlıyor ama konular hakkında en ufak bi fikrim yok o yüzden ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Çalışmaya anca başladım çünkü herkes ödev verdi falan. Sorma çok karıştım!!!
Gecenin bu saatine kadar da ders çalışmaya çalıştım şimdide pes ettim. Baygınlık geldi bana blogcum ne yapacağımı bilmiorm bi akıl ver bişi yap (bu söz okuyucuya da olabilir. Bi fikriniz varsa beklerim)!
Neyse ben yatayım barim. Görüşürüz blog. Şans dile. İyi geceler blog. İyi geceler okuyucu! Sen de şans dile- opsiyonel-.